Don Kişot



Sıkıştım sınırlı mekanında sonsuz zamanın; tüm insanlar yalnızca isterken… Verecek neyim var!? İstemeyin benden daha fazla, istemeyin ki vereyim… Ve çocuklarım, ah masum çocuklarım… Siz neler istersiniz, ve neden? İstemeyin benden, çünkü hiçbir şey veremem sizlere… Almayı bilmiyorken siz…
Çocuklarım, eğlenin, gülün! İsteyin her zaman istediğinizi; tek beklentiniz, daha fazla, daha fazla oyuncak olsun… isteyin hep istediğinizi; arttırın ihtimalleri. Kızmam artık size, çok kızdım şimdiye dek. Sevmem sizi, nefrette etmem…
Zaman gelip, oyuncaklarınız silahlara dönüşüp –kendi kendine, size sormadan hareketlenen- ellerinizi kestiğinde gelip isteyin benden merheminizi, çünkü buradasınız, ayaklarımın altında; ve o zaman vermeyeceğim size merhemimden, irademle olmayacak, çünkü ne severim sizi ne de nefret ederim, merhemim size akacak! Odur ki, duramaz yerinde, fışkırır bedenimden zihnimden. Ama yerçekimine aykırı akar… o yüzden zamanınız gelmedi daha. Zamanınız; silahlara dönüşecek oyuncaklarınızın sonudur! Sizi yaralayacak, beni öldürüp, sevdiğime, istediğime; toprağa gömecek silahlarınızla kol kola gelecek zamanınız. O zamandır ki, topraktan göğe dökülecek merhemim… Alın ondan, temizleyin yüzünüzü ve zihninizi, kirli ellerinizi, mekanik kalplerinizi…
En büyük gizdir size; farkında bile olmadığınız… Öldürsün beni silahlarınız, çok geç olmadan, ne de çok erken!
İşte o zaman güleriz beraberce ve daha fazla ne oyuncak istersiniz o zaman ne silah… Eksiksiz tamamlanırsınız bir sonraki zamana dek, şimdi olduğunuz gibi.
Ben yine basarım başlarınızın üzerine. Alçalacaksınız yine ve yeniden, ta ki yeni bir eksikliğinizin farkına daha varana dek. Çünkü yedi kattır gök ve yedi kat altındasınız yerin. Bende oradayım bana rağmen, çok oldu döneli yanınıza, soğuktan ve yalnızlıktan titreyen dağların tepelerindeki bulutlara katılıp yağdım size, yağmurum ben…
Kaldırın başlarınızı göğe! Üzerinize gerilmiş kat be kat perdeleri görün, ayak izlerimi görün! İstemeyin daha fazla! İstemediğiniz sürece alacaksınız; her şeyden, size gerekeni… Bırakın üzülmeyi; yitip giden oyuncaklarınız olsun!!!
Tüm sorularınıza tek cevabım şudur: “Yıllardır oynadılar sizlerle oyuncaklarınız, ve silahlara dönüştüklerinde açın göğüslerinizi!”
Korkmayın daha fazla, tek korkmanız gereken sizsiniz yine, kendinizsiniz… Bırakın öldürsün sizi silahlar, yaralar açsınlar göğüslerinizde. Son kez üzüleceksiniz o zaman, güneşimde donana dek kanınız!
Yükseldikçe soğuyacak hava, giyinmeyin üzerinize kalın giysilerinizi, çıkartın atın her birini, çırılçıplak yükselin benimle… Soğuk, teninizden beyninize, kalbinize sızsın… Yakın artık tüm giysileri, takıları, maskeleri ve eldivenleri. Yakın ve son kez ısıtsınlar sizi…
Artık terlemek yok! Soğuktan kaskatı kesilsin bedeniniz, yayını geren ok gibi… Soğuk ve tertemiz kıvılcımlardan yağmurunuzum, katılacaksınız sizde bana, zamanı geldiğinde. Beraber yağacağız sıcak ülkelere yeniden ve çıkıp soğuk tepelere yine yağacağız tüm o yerlerdeki, terli insanların üzerlerine… ve yeniden, ve tekrar, yine… Ta ki buz kesilene dek bu sıcak, terli, yorgun dünya…
Bundan sonradır ki daha fazla kalmayacağım yanınızda. Aslında sizde kalmayın daha fazla beraberce, yan yana… Uzak durun, uzaklaşın birbirinizden. Tenlerinizle ısınsın istemem tenim. Hep soğuk kalayım ki bu sıcaklık varamasın gönlüme, oradan ruhuma…
Son istediğim; bu sıcaklık! Aslında hiç istemeyeceğim onu… Çok uzun zaman geçirdim karlı tepelerime doğru yola çıkmadan evvel tüm sıcak şehirlerde; insanlar bana renkli, rahatlatıcı oyuncaklar hazırlarken… (İstemem böylesine rahatlığı!) Oyuncakları aldım ve kendime silahlar yaptım(!), karlı tepelere giden yolda karşıma çıkacak tüm oyuncuları öldürebilmek için… Zamanla; tek tek, birer ikişer, üçer beşer öldürdüm onları. Böylece katamadılar beni akıl çelici oyunlarına! Tek istediğim yükselmekti çünkü, bulutlardan da öteye… Söndürdüm oyuncaklarından yaptığım silahlarımla ateşlerini… Susturdum onları, ki ben karlı, soğuk, bembeyaz tepelerime giden yolumda kaybolana dek gözden, konuşamasınlar bir daha!!! Onlar ki; ben yukarıdayken, terlesinler kendi cadı kazanlarında ve boğulsunlar kendi çoğulluklarında, kendi seslerinden, oyunlarında; zamanın ipsiz kuklaları…
Çok uzun zaman geçirdim bembeyaz, rüzgarlı tepelerde, bu sebeple ne yakar, ne ısıtır, ne de terletir artık beni sıcaklar ve ateşler!!! Bundandır ki, kalamam yanınızda daha fazla, istemem tenlerinizle ısınmak…
Şimdi, gülün, gülün ve eğlenin çocuklarım, ben başlarınıza basarak dolaşırım buzdan tepelerimde!
Gün olurda, biriniz yırtarsa başının üzerindeki perdeyi; iyisi; elindeki kırık oyuncağın keskin bir parçasıyla, işte o an, bir damla gözyaşı düşer camdan yağmurumdan, terli ellerine...
31-05-2004 Pazartesi (01:00)

Yorumlar

Adsız dedi ki…
sakallarım uzadıkca daha bi özlüyorum çocukluğumu
ve zamanın kisvesi oluyor bi dal dumanı gölerimi yaşartan cigaram
bi tankım vardı top değil fındık fırlatıdı
öldürmedi hiçbir çocuğun umudunu
sakallarım uzadıkça dah bi özlüyorum oyuncaklarımı
bi yudum çay yorgunluğumu alan ya da bi dal cigara efkerımı unutturan
alt alta yazılar hayatın benzetmesiz paragrafında
ben çizemedim umutsuzluğumun yüreğimdeki resmini
saldırdılar hep ve istediler hiç vermeyenler
ayışığı umudum oldu karadeniz sırdaşım
ağlayamadım dondu gözyaşlarım kanlıydı
ana rahmindeki çocuk misali
eğmedim başımı
çocukken mutluluğum
büyümek korkum v
ve ben
sakallarım uzadıkça daha bi özlüyorum çocukluğumu

Bu blogdaki popüler yayınlar

Himalaya

Kaos