Kayıtlar

Mart, 2006 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Don Kişot

Resim
Sıkıştım sınırlı mekanında sonsuz zamanın; tüm insanlar yalnızca isterken… Verecek neyim var!? İstemeyin benden daha fazla, istemeyin ki vereyim… Ve çocuklarım, ah masum çocuklarım… Siz neler istersiniz, ve neden? İstemeyin benden, çünkü hiçbir şey veremem sizlere… Almayı bilmiyorken siz… Çocuklarım, eğlenin, gülün! İsteyin her zaman istediğinizi; tek beklentiniz, daha fazla, daha fazla oyuncak olsun… isteyin hep istediğinizi; arttırın ihtimalleri. Kızmam artık size, çok kızdım şimdiye dek. Sevmem sizi, nefrette etmem… Zaman gelip, oyuncaklarınız silahlara dönüşüp –kendi kendine, size sormadan hareketlenen- ellerinizi kestiğinde gelip isteyin benden merheminizi, çünkü buradasınız, ayaklarımın altında; ve o zaman vermeyeceğim size merhemimden, irademle olmayacak, çünkü ne severim sizi ne de nefret ederim, merhemim size akacak! Odur ki, duramaz yerinde, fışkırır bedenimden zihnimden. Ama yerçekimine aykırı akar… o yüzden zamanınız gelmedi daha. Zamanınız; silahlara dönüşecek oyuncakl

Himalaya

Resim
Kim derki tepelerde yaşanamaz!? İmkansızdır oralarda barınmak? Ne yemek olur orada ne de içmek? Kim gülebilir soğuktan titrerken çenesi? Kim içebilir buz gibi suyu? Nasıl koşulabilir karda ve buzda? Ve nedendir karlı tepelerdeki sonsuz yalnızlık? Kim derki tepelerde yaşanamaz, hele böylesi yükseğinde? İşte tüm bu soruları sizin yerinize sordum çok önceleri… Cevaplar buldum ve yanlıştılar. Çünkü bilinmezle ilgili soruyordum soruları. Ayak bile basmamıştım henüz tepeye giden patikaya. Bilmiyordum patikanın ardındakileri, öngöremiyordum, kime sorduysam cevap alamadım. Habersizdi birçoğu, hem yoldan, hem tepelerden. Tek korkum olanla; “korkuyla” savaşmaya karar verdim ve girdim yola. Beni görenler hayret ve acımayla baktılar önceleri. Korkularıydı onları şaşırtan ve acımalarını sağlayan bana. Birkaçı cesaret bile edebildi yanıma sokulmaya ve hatta birkaçı yoldaş olmayı teklif etti. İlk adımlarımla, adım attılar. Birçoğu hep bir adım geriden geldi ama takip ettiler bir süre… Ve hava so

Jesus

Resim
Materyal dünyada(!), bir damla sabah çiği gibi hissederken kendimi, ne zor, özlemle, güneş doğmadan önce, başka çiğ damlaları aramak, buharlaşıp yitip gitmeden önce… Neden sonra fark ettim imkansızı istediğimi, sanki havada kötü bir şeyler var; kötü ve fazlaca maddesel, ki onlar içime sızıp beni dünyasına katmaya çalışan… Arıyorum bir başka çiğ damlasını ve yılmayacağım, ihtimaller sıkana dek! Günler, kendinden bir öncekilerin tekrarı oldu dışımda, beynimi kemirmekle meşgul birer canavar gibi. İçimdeyse; tutamadığım, susturamadığım, sesini bastıramadığım, bastırmakta istemediğim, her kelimesinde bir başka insanın; iyilik ve anlam arayan ve tersini bulmaktan bıkan, yorgun ama güçlü, genç ama olgun, çığlık çığlığa haykıran, tarifi mümkün olamayacak bir ışık demeti, bir ruh, bilinç, yüce sanatçıdan bahşedilmiş bir parça, belki bir fırça darbesi ondan yadigar, bir fazlalık belki de, yada yoksunluk, gözleri açık bir gören, bir aşık, gerçeğe aşık bir ressam belki… Yorgunluğum kronik, alış

Neden

Resim
Tek bir soru; bilinen ve varolan tüm nesne, özne ve yüklemlere yönelik: “Neden?” 11-06-2004 Cuma (02:10)

Didoviç

Resim
Sorular ve sorunlar… Neden düşünmek acı versin ki? Acının getirdiği mutluluk “gerçek” kaynaklı ve gerçek. Bundandır ki acım mutluluğuma denktir, ve çoktandır yaşamıyorum salt(!), acısız mutluluğu… Neden suskunum, nedendir durgunluğum, “sevgili”nin yanında!? Gülmelerim, gülümsemelerim sahte miydi; hayır! İçtenlikle hepsi, rahatça! Peki neden bu sessizlik!? Yok olmaktan çok, yok etmek korkutur beni, güzele dair ne varsa dünyada! Safça, masumca isteklerimin arkasındaki özlemlerim, mavi ve yeşil gibi, sancısız ve göründüğü gibi safça, masumca… Tüm motivasyonlarımın temelini teşkil eden bu “iyi”lik nereden geldi ve neden, ne zaman girdi içime usulca, sorgusuz sualsiz? Dünyada bunca kötülük varken, içinde bulunduğumuz bu küçük coğrafyada, o kadar masumuz ki aslında hepimiz… İsimsiz Sırp keskin nişancının namlusundan çıkan o soğuk kanlı merminin hedefi kadar, o küçük kız, Nermin Didoviç kadar olmasakta… Bosna’dan Filistin’e, Afganistan’dan Somali’ye, Irak’tan Kore’ye, insanlar ölürken zama

Özgürlük

Resim
Sahip olduğumuz erdemleri, dilediğimizce ve sınırsızca seçimlerimize yansıtabilmektir, “özgürlük”… 19-06-2004 C.tesi (14:10)

Michelangelo

Resim
Günler boşa geçiyor… Bir şeyler yapmamaktan değil, bir şeyleri yapamamaktan! Çünkü, elimde olanlar, elimde olması gerekenlerin yansımalarından başkaları değil. Olması gerekenlere duyduğum özlem, gün geçtikçe ağırlaşıp sırtımda ağır bir yük halini aldığı içindir, gözlerimdeki yorgun bakış. Bir önceki gün gibi (sözde farklı) bugünlerden bıkalı uzun zaman oldu. Tüm bu günler içerisindeki, ben ve benimle birlikte, paylaşımda bulunan, soran, anlatan, dinleyen, düşünen, umursa(ma)yan, sevinen, üzülen, eğlenen, kendi halinde, kendinde ve kendince tüm oluşlar; bitmek bilmeyen, sonsuz ve zamanla sınırlı bir paradoks gibi, umarsız devinen; işte sıkıcı tanımımın tam karşılığı… Olmak istediğim(!) yerdeyim; olmam gereken yer burası değil! Yalansız, safça ve anlamlı: paylaşmak istediğim; üzerlerinde hesaplar yapılmayan hayatlar ve onların paylaşımı: işte olması gereken! Tüm bu sıradan günler içerisinde binlerce kez aklımdan geçen, burası neresi? Neden buradayım? Burada ne yapıyorum? Bu insanlar kim

Estarabim

Resim
Dün; Bir rüya gördüm… Yalnızca bir rüya; uyuduğumda içinde olduğumun farkına vardığım. Dünde kalan, yarınımda beni bekleyen, bugünümde yalnızlığımın garantisi… Bitmeyen, başlangıcı belirsiz, zamansız, amansız… Güzelmiş(!) gibi her şey! Bir hayal kurdum. Gördüğüm rüyalar gerçekmiş! Çalkanıp dururmuşum düşlerimde. İstediklerim ellerimdeymiş. Ne fazlaymış istediklerim, ne az… Hakkımmış her şey. “Hakkım olanlar için ikincil savaşlar vermem gerekmezmiş.” Bir hayal kurdum; güzelmiş(!) gibi her şey! Gözlerimi açtım uzun zaman önce; düşmüş tüm gördüklerim. O ana dek görmediklerimmiş gerçekler… Gerçekleri gördüm… Bugün; Geçmişe dair tüm gördüklerimi, sahte gerçeklerimi(!) unuttum… Yarın; Yarın, artık ölürüm… 28-07-2004 Çar. (03:18)

Chapel

Resim
Zor zamanlara dair söylenecek zor sözler; yazık, vakit yetersiz, ve vakit çok “fazla”… Akıntıya karşı yüzmek gibi; zaman içerisinde devinimimiz… Ve zamanın da sonu(!) gelecek, inadına, ve daha birçok şeye gebe… 06-08-2004 Pzt. (03:06)

Geçmiş

Resim
Bir şeylerin kokusu üzerimde, silip atamıyorum… 28-09-2004 Pzt. (01:06)

Cevapsız

Resim
(Bir telefon görüşmesi sonrası...) Vazgeçilemeyenim… Bitmeyen oyunlardan sıkıldım… Her şey aynı, hep aynı… Zamansız mıydı yitip gidişim? Nedir beni vazgeçilmez kılan yıllara rağmen!? Ne istiyor kuklalar hala, ne kaldı alacak benden? Ne verebilirim daha… Bizdik kendimizle savaşan; gelişmek, yenilenmek, yinelenmemek için savaşan. Geriye dönmek, kendimizi tekrarlamak uygunsuz! Yada, bir diğer ihtimal; boşa harcadıklarımızdan, hatalarımızdan, tamamlayamadıklarımızdan birer şans daha istiyoruz… Özür diliyoruz bu yolla; ve ödünç zaman istiyoruz zamandan… Biliyoruz aslında geçmişten özür dilenemeyeceğini; belki, umut… Umut edilen; zamanın kendini tekrarlaması, öylesine bir kombinasyonla yeni anların yaratımı; eski zamanları unutturacak kadar eskiden gelen… Ben yokum bu oyunda… Pişmanlardır bu oyunun en iyi oyuncuları. Pişman değilim. Asla oynayamayacağım diğerleriyle; yalnız, kendi kendime bir kenardan izleyeceğim oyunları, her zamanki gibi… Ve oturduğum yerden sıcakkanlı yalnızlığımla yeni

Ağabey

Resim
Ve, zenginler; zenginlik… Nedir aramızdaki fark? Neden acı vermez şehir zenginlere? Neden yollarda yürürken rastlamayız zengin insanlara? Özendiren nedir bizi onlara… Onlar; - Asla şehrin pisliğini yaşamazlar, - Her zaman izole olmuşlardır, gittikleri lüks restorantlarda, ara sıcaklar, tatlılar, aperatifler kisvesi altında, sözde iş toplatılanının yanına formaliteler ısmarlarlar, altyazılı adlarını filmlerde bile nadiren duyduğumuz, yemekleri, hepimizden çok gelire sahip aşçıları tarafından, evlerinde hazırlanır… Sofraları yoktur, masaları, sandalyeleri, tabak, çanak, kaşık, bıçakları yoktur, düşünmezler, acıktıkları anda yemek salonlarına ilerlerler evlerinin, ağır adımlarla, yemek yemeleri için hazırlanmış nesneler vardır karşılarında… Bu yüzden formaliteler ısmarlarlar restorantlarda. Sunulan tatlılardan birer çatal alırlar yalnızca. Sonra biter formalite, gitme vaktidir. Restorantın kapısından adım atarlar, kendiliğinden açılan kapıların ardına… İşte o an, yalnızca saniyeler içi