Jesus


Materyal dünyada(!), bir damla sabah çiği gibi hissederken kendimi, ne zor, özlemle, güneş doğmadan önce, başka çiğ damlaları aramak, buharlaşıp yitip gitmeden önce… Neden sonra fark ettim imkansızı istediğimi, sanki havada kötü bir şeyler var; kötü ve fazlaca maddesel, ki onlar içime sızıp beni dünyasına katmaya çalışan…
Arıyorum bir başka çiğ damlasını ve yılmayacağım, ihtimaller sıkana dek! Günler, kendinden bir öncekilerin tekrarı oldu dışımda, beynimi kemirmekle meşgul birer canavar gibi. İçimdeyse; tutamadığım, susturamadığım, sesini bastıramadığım, bastırmakta istemediğim, her kelimesinde bir başka insanın; iyilik ve anlam arayan ve tersini bulmaktan bıkan, yorgun ama güçlü, genç ama olgun, çığlık çığlığa haykıran, tarifi mümkün olamayacak bir ışık demeti, bir ruh, bilinç, yüce sanatçıdan bahşedilmiş bir parça, belki bir fırça darbesi ondan yadigar, bir fazlalık belki de, yada yoksunluk, gözleri açık bir gören, bir aşık, gerçeğe aşık bir ressam belki…
Yorgunluğum kronik, alıştım buna, öyle ki; artık bu yorgunluktan bile güç alır oldum… Güç istemim hepimiz için, ve bu güç birbirimize değil, iyiden uzaklaştırmaya çalışan tüm o “şey”lere karşı kullanmamız için istediğim güç! Savaşım bitmez!!!
Beni ben yapanlara teşekkür etmeyi öğreneli pişman olmamanın saadetini kavradım hayata dair. Şanslı olduğum nokta şu ki; bunu öğrenmeden önce de yoktu pişmanlıklarım… Her “şeyi” olduğu gibi kabullenmekten çok, kendimi tanımak, neyi, neden, nasıl yaptığımı anlamak, beni insan yapan yaratılışımın özünü, kendi doğamı kavramak, seçimlerimin ötelerini tüm ihtimalleriyle düşünmek, ve bunlar gibi erdem saydığım, naçizane, kendimde, kendimce, düşündüklerimle (ki denkler, davranışlarımla!) varolmaktı bana pişmanlık içermeyen süreçler sağlayan… “Her şeyi” (!) olduğu gibi kabullenemem ben, her şey olması “gerektiği” gibi değilken!
Varsın sürüneyim kirden, çamurdan yollarda, ölüme dek! İnsanca isteklerim durduramaz, baskılayamaz, korkutamaz beni, çünkü benim savaşım onlarla! Dünya dediğimiz bu yerde milyarlarca insan varken, herhangi biri “gibi” bir insanın gereksizliği su götürmez, öyle bir “ben” bile olmak istemiyorum, bilinen, yaşanan tanımıyla! Ötesi var! Ulaşmak imkansız olsa da! (Bir zamanlar atomu parçalamanın imkansız olduğunu hatırlıyorum) İmkansızın varlığına inanan olsaydım, “yaşamazdım” daha fazla bunca saçmalıkla!
Yaşamak dediğimizi, kaçımız anladık ki tam manasıyla? Ötesini bulunca çözülecek bir düğüm bu! Ötesine ulaşmaktan geçer, tüm bu varsayımlar ve ihtimaller evreninden kurtulmanın yolu! Ölmeden(!) varırsam bu yolun sonuna, bitmeyen mutlu kahkahalarla akar o zaman gözyaşlarım yorgun gözlerimden nasırlı ellerime…
Yürüyorum, her adımımı sindire sindire, acelem yok!
Yolun sonu aydınlık; göremiyorum henüz, hissediyorum; yolun sonu aydınlık!
08-06-2004 Salı (03:41)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Himalaya

Kaos